"Bir Çift Sözüm Var"da Ara

27 Kasım 2015 Cuma

Kara an!

Karanlık sözcüğünün kökenini ilk düşündüğümde çok etkilenmiştim.
Kara + an + lık.
Anın, demin siyah olması. Yani bu dili ilk seslendiren atalar, o zamanki algı ve bilgileriyle düşünmüşler ve demişler ki; "birileri geldi ve anı karaya boyadı". Güneş battı, ışık gitti falan değil; an kara oldu. O zaman dem bu demdir ve kara anlık olmuştur.
Sahi, kimdir demi, günü karaya boyayan(lar)? Tehlikeyi arttırdığına, güzellikleri kapattığına göre, doğanın iyi güçleri olmasa gerek. Yoksa 7 rengi sunan, ısıtan ve ışıtan günü, karalara boyarlar mıydı? Neyse ki, uygun şartlar oluşup da zamanı geldiğinde, günü ağartacak güçler de vardır. Bir bakmışsın, olması gereken yerde, Doğu'da güneş pırıl pırıl oklarını göstermiş, hemen ardından, zerre kıskançlık etmeden nesi var nesi yoksa günü aklara boyayacaktır.
An, tam bu satırların yazıldığı sırada da karadır. Dışarıda artık ataların masallarını boşa çıkaracak ampuller olsa da, sokaktaki ortalama adam dahi, ışığın fiziksel yokluğunun nedenini bilse de, an karadır... zift karası, yüz karası, dipsiz kuyunun karası.
Binlerce yıl sonra acaba şimdi gerçekten biliyor muyuz kimlerdir ânı karaya boyayanlar? Ve biz boyamazsak, kim boyayacak günü beyaza?

18 Kasım 2015 Çarşamba

Kalk; Yoksa Gitti Gider!

Bir vesileyle birbirinden haberdar olduğunuz biriyle denk getirip içilen 2 bira, edilen 3 - 5 cümleden sonra, ikinci görüşmenizde onun "dost" olacağına, hatta olduğuna karar verebilir misiniz?

Ya da bir adamla / kadınla tanışıp, harika sohbet edip, ikinci görüşmenizde "hiç gitme, hep kal" diyebilir misiniz? Cesaret ister değil mi? Ya o "dost" riyakarsa? Ya o adam / kadın göründüğü gibi değilse?

Dostluk, sevgi, uyum konserve değil, bakkal rafında satılmıyor. Üsküdar - Beşiktaş motoru hiç değil, 15 dakikalık periyotlarla karşımıza da çıkmıyor.

O zaman; o güzel insanları bulduğunuzda sarılın, bırakmayın. En fazla biri hakkında yanılmış olursunuz. Bir sonra karşınıza çıkacaklar hakkında da daha bilgili, donanımlı hale gelirsiniz.  Ama dur bir bakayım, iki de tartayım dediğiniz her an, o sevgiyi, o dostluğu, o güzellikleri yaşayabileceğiniz süreden kaybettiğiniz anlardır. Ve geri gelmeyen tek sermaye zamandır.

Yaşayın, zira bir dahası yok.

2 Temmuz 2015 Perşembe

#unutMADIMAKlımda

Bir babam vardı benim de;
Vardı da,
Varken çok da olamadı hayatımda.

Arkadaşlarım var benim,
Henüz kundaktayken,
Yeni yürümüşken daha tıpış tıpış,
7-8 yaşındayken henüz,
Ya da daha lise görmemişken,
ya da bir meslek düşlerken,
Sanatını eline henüz almış da, doruklara çıkacakken yahut...
...
Babaları ellerinden alınmış.

O babalar ki, gideli nice oldu,
Hala varlar,
Hep de olacaklar;
Çocuklarından sonra bile...
Bu dünyada birileri "#unutMADIMAKlımda" dedikçe.

5 Mart 2015 Perşembe

Sonsuz ayrılışın, sonsuz kavuşması.

"Erdal Eren anneciğine kavuştu..."
Böyle yazmış bir dostum.
Şaşmış mıdır acaba bunca yaşlanmış olmasına?
Bir türlü can veremeyen katilleri "Kemikleri 18 diyor" diye haykırsa da,
17 yaşına henüz girmiş birinin annesiydi Erdal gittiğinde.
51 yaşında olacaktı oysa oğlu, onu son yatağına kendi koyma şansı olsa.
Sormuş mudur acaba yeni terlemiş, terlememiş bıyıklarının altından;
-Anne, sen misin?


21 Ocak 2015 Çarşamba

"Git..." zamanı

Hiç bilmediğim bir şehre gidesim var.
Kalmacasına değil ama;
Körlemesine,
Gezmecesine.
Tanımadıklarımı göresim var.
Her insan bir yaşam, her yaşam bir dünyayken,
Dünyaları görmecesine.
Her birine hayran olup,
Her birini ayrı ayrı tanıyasım...
Sokakları bilip,
İnsanları bilip,
Ağaçları bilip,
Kuşları bilip,
Başka ne çok şey var; bilip,
Sonra kendime dönesim var.
Hepsini tek tek özleyip,
Kendimden vaz geçmemecesine.